1 Mayıs 2014 Perşembe

MASLOW ve Teorisi Üzerine (1)





“Yaşamda karşılaşılan sorunlara karşı bir savunma mekanizması olarak geliştirilen ve bir ceşit güdük yaşam olan yüzeysellik ve sığlığa karşılık, yaşamın derin ve ciddi bir boyutu (ya da belki de “trajik bir anlamı”) var. Yüzeysel yaşam doyurucu olmadığı zaman sorgulanır ve ancak o zaman temel ilkelere yönelik bir arayış başlar.”

Abraham Maslow

      


                           

                      Ihtiyaçlar Hiyerarşisi


Maslow’un Ihtiyaçlar Hiyerarşisi piramidini hepimiz biliriz. Bu piramid Maslow’un geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisini anlatir. Piramitdeki her kategori bir kişilik gelişim düzeyini belirlemektedir.




Maslow hiyerarşi teorisine göre, insanlar temel ihtiyaçlardan başlayıp, belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılayıp, daha ileri safhaya geçerek kendini gerçeklestirmeye doğru adımlar atar.. Bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlenmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.

1.  Fizyolojik gereksinimler: Temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yeme, içme, uyku, seks vb.
2. Güvenlik gereksinimi: Can, aile, iş, etik, sağlık, mülkiyet vb.
3. Ait olma-Sevgi-Sevecenlik gereksinimi: Aile, arkadaşlık, cinsel yakınlık, bir gruba ait olma hissi,
    sosyal statü kazanma; kabul edilme, benimsenme vb.
4. Saygınlık gereksinimi: Kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi: Bilme-anlama ihtiyacı, estetik ve sanata ilgi, yaratıcılık, doğallık ,       problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü, erdem vb.
6. Doruk, Transandans deneyimler

Psikoloji ekolünün önemli isimlerinden, hümanistik psikoloji’nin kurucularından olan Abraham Maslow’un çalışmaları ve felsefesini anlatan “İnsan Olmanın Psikolojisi” kitabını okuduktan sonra eserin öne çıkan paragraflarını biraraya getirerek iki ayrı bölümle özetlemeye çalıştım. Bu çalışmam "MASLOW ve Teorisi Üzerine" adı altında "İhtiyaçlar Hiyerarşisi" ve "Varlığın Doruk Deneyimleri" olarak iki ayrı yazıyı kapsayacak.

Rusya'dan ABD'ye göçmüş maddi olanakları sınırlı bir Yahudi ailesinin çocuğu olan Abraham Maslow (1908-1970 ) önce hukuk eğitimi almış, daha sonra psikoloji alanına yönelerek University of Wisconsin'de psikoloji bölümünü bitirmiş ve Cornell, Brooklyn, Brandeis Üniversitelerinde çalışmıştır. Psikiyatrist Alfred Adler, antropolojist Ruth Benedict, Geştalt psikolojist Max Wertheimer, Kürt Goldstein, Henry Murray etkilendiği kişiler arasındadır.

“İnsan Olmanın Psikolojisi”


Maslow’un etnoloji üzerine yaptığı çalışmalar ve Kanada’da Blackfoot Kızılderili kabilesi ile yaşadığı deneyimler kendisini insan saldırganlığının doğuştan gelen bir özellik değil, kültürün ürünü olduğu konusunda ikna etmiştir. (Sekizyüz üyeden oluşan kabilede son onbeş yılda sadece beş bilek güreşinden başka saldırganlığa rastlanmamıştır.)

“İnsanların savaş, ırk ayırımcılığı, nefret yaratmaktan çok daha öte kapasiteleri olduğunu kanıtlamak istiyordum. Bilimin, bilimdışı konular olan dil, şiir, değerler, felsefe ve sanatı da değerlendirmeye almalarını istiyordum.’’ diyerek niyetini anlatır Maslow.

Bilimsel bakışın insanın gücüne ve potansiyeline değil, eksikliklerine yoğunlaştığının altını çizer ve Freud, Hamilton, Hobbes, Schopenhaur‘in insan doğası hakkında sonuçlara, insanın en iyi yönlerini değil, en kötü yönlerini inceleyerek varmış olduklarını söyleyerek bu yaklaşımı kısır ve eksik  bulur. Ayrıca insanın istekleri, gerçekleştirilebilir umutları, tanrısal özellikleri göz ardı edilmiştir.
                                                         
Maslow’a göre insan davranışının mutluluk, neşe, doyum, huzur, tatmin olma, eğlence, oyun, sağlık, vecd hali, coşkudan kanatlanma, şefkat, cömertlik, dostluk gibi boyutları bilim insanları tarafından hiç dikkate alınmamaktadır. Ve eğer insan doğası hakkında bilgi sahibi olmak isteniyorsa nesnel ile öznelliğin bir arada ele alınması  gerekliliğinden bahseder.

Maslow, artık insan  sağlığı ve hastalığı üzerine yeni bir anlayışın doğduğunu söyler ve bu anlayışın temel varsayımlarını şöyle sıralar:

1)    Her birimizin biyolojik bir temele dayanan, bir derece kadar  „doğal“, esas, verili ve sözcüğün dar anlamıyla değiştirilemez  ya da değişmez bir içsel doğası vardır.

2)    Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir.

3)    İçsel doğanın bilimsel açıdan incelenmesi ve  - yaratılması değil- keşfedilmesi mümkündür.

4)    Elimizdeki  bilgilerin ışığında bu içsel doğanın temelde ya da zorunlu olarak kötü olmadığını söyleyebiliriz.Temel gereksinimler (yaşamaya; güvenliğe; ait olmaya ve şefkate; saygıya ve özsaygıya; kendini gerçekleştirmeye duyulan) ile temel insani duygu ve yetenekler ilk bakışta ya nötr, „pre normal“ ya da yapıcı nitelikleri ile „iyi“ dirler. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret, vb. insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet  eğilimli tepkilerdir. Öfke kendi içinde kötü değildir; korku, tembellik, hatta bilgisizlik de… Bunlar elbette kötü davranışlara yol açabilirler ama bu zorunlu değildir. İnsan doğası asla düşünüldüğü kadar kötü değildir. Asında insan doğasına ait olasılıklar tipik bir yaklaşımla küçümsenmiştir.

5)    İçsel doğamız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan açığa çıkarılmasının  desteklenmesi seçilecek en iyi yoldur. Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz.

6)    Bu temel yapısı reddedildiği ya da baskı altına alındığı zaman insan sağlığı görülür şekilde ya da gizliden gizliye, hemen ya da neden sonra bozulacaktır.

7)    İnsanın içsel doğası hayvanların içgüdülerinin tersine güçlü egemen ve yanılmaz değildir. Zayıf ve hassastır. Alışkanlıklara, kültürel baskıya ve olumsuz tavırlara kolaylıkla boyun eğer.

8)    Zayıf olmasına karşın bu doğa, normal bir insanda – hatta hasta bir kişilikte bile – ender olarak tamamıyla yok olur. Reddedilmesine karşın kendini gerçekleştirmek üzere içten içe direnir.

9)    Bu yargılar disiplin, yoksunluk, engelleme, acı ve trajedinin gerekliliği içinde açıkça tartışılmalıdır. Bunlar içsel doğamızı açığa çıkartan, besleyen ve gerçekleştiren; yaşamak  istenilen deneyimlerdir. Bu deneyimlerin başarı ve ben gücü, dolayısıyla özsaygı ve özgüven ile yakından bağlantılı oldukları gittikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Utkular (zaferler) kazanamayan, direnmeyen ve üstesinden gelmeyen insan bunu  yapabileceğinden kuşkulanmaktan da kurtulamaz. Bu yanlızca dış tehlikeler için geçerli değildir. Kişinin kendi itkilerini kontrol edebilme ve erteleyebilmesi, yani korkusunu yenebilmesiyle de ilişkilidir.

Maslow , insanın doğal eğilimleri hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça nasıl iyi, mutlu, üretken olacağını; özsaygısını nasıl geliştirebileceğini ve yeteneklerini nasıl en iyi şekilde kullanabileceğini söylemenin kolaylaşacağını düşünmekteydir. Ayrıca mental sağlığı anlamadan, mental hastalıkların anlaşılamayacağına inanıyor ve olumlunun yani kendini gerçekleştirmiş insanların doğrudan incelenmesinin önemine dikkat çekiyordu. Kendini gerçekleştiren insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, bütünsel psikolojinin temeli olmalıydı.

“Kendisini gerçekleştirebilmiş insanları incelemek bize kendi yanlışlarımızı, eksiklerimizi ve ne yöne doğru geliştiğimizi görme olanağı verecektir. Bizim çağımız dışında her çağın kendi idealleri vardı. Tüm bu idealler, azizler, kahramanlar, beyefendiler, şövalyeler ve gizemciler kültürümüz tarafından saf dışı bırakıldı. Geriye ise sadece iyi ayarlanmış, sorunsuz, olabildiğince  silik ve belirsiz bir insanlık kaldı. Buna karşın belki de pek yakında tam anlamı ile gelişen, gizil güçlerini değerlendiren ve kendini gerçekleştiren; içsel doğasına kendisini dile getirme özgürlüğünü veren, onu kısıtlamayan, bastırmayan, yadsımayan insan örneğini tanıyabiliriz.“

Hastalık ve Sağlık

Maslow her birimizin kavraması gereken yaşamsal ve dokunaklı bulduğu önemli bir gerçekten bahseder: Türümüze, insana özgü erdemlerden (iyilikçilik, alçakgönüllülük, doğruluk vb.) her uzak düşüşümüz, kişinin kendi doğasına karşı işlediği her suç, kişisel bilinçdışımızda bir iz bırakır (kaydedilir) ve kendimizi küçük, aşağı, değersiz görmemize neden olur. Dürüst, güzel ve iyi davranışlarımız ise özsaygımızı arttırır, kendimizi benimsetir.
İnsanların, özlemlerinin ve sınırlarının (insanların gerçekte ne oldukları, ne olmak istedikleri ve ne olabilecekleri) yarattığı bir çıkmazı yaşamakta olduklarını vurgular.
Bu konuyu kimlik sorunundan o kadar da bağımsız görmez, çünkü insanı belirleyen hem edimselliği hem de gizil güçleridir. Bu çelişki üzerinde ciddi bir şekilde durulması psikolojide yeni bir çığır açacaktır.

Freudcu ve Varoluşçu terapistlerin, Roger okulu ve bireysel gelişim psikologlarının benliği keşfetme ve açığa çıkarıcı terapi konusuna daha fazla eğildikleri ve belki de istenç, karar verme ve kendi seçimlerimize göre kendimizi gerçekleştirme konusuna gereken önemi vermedikleri görüşünü dile getirir.

Maslow, geçerli olan sağlıklı ya da hasta olma ayırımına farklı bakar:
“Hastalık belirtilerin varolması mıdır? Ben hastalığın, var olması gereken belirtilerin ortaya çıkmaması durumu olduğunu savunuyorum.“ demektedir.

Genel görüşe göre ruhsal acılara neden olan ve eylemlerin verimliliğini düşüren çatışma, kargaşa, vicdan azabı, kaygı, depresyon, düş kırıklığı, gerilim, utanç; kendini cezalandırma, aşağılık ya da değersiz duyumsama gibi kişilik sorunları istenmeyen sorunlar olarak değerlendirilmişlerdir. Oysa tüm bu belirtilere sağlıklı ya da sağlıklı olma yolunda ilerleyen insanlarda da rastlamaktadır.                                                                    
Bu acılar ve duyumsamalar denetlenemediği için hastalıklı ve kötü olarak algılanarak bir an önce psikologlar tarafından iyileştirilmeye, dengelenmeye, topluma  uyum sağlanmaya  çalışılır. Bu dengeleme acıyı azallttiği için iyi olabilir ama belki daha yüce bir ideale doğru ilerlemenizi engellediği için kötüyse?

Hem neye ve kime göre uyum sağlamak? Kokuşmuş bir kültüre mi, baskıcı bir anne, babaya mı; sömürülme, aşağılanma, ezilmeye karşı direnmeye mi?
Kişilik sorunları çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara karşı bir başkaldırıdır. Bu durumda hastalıklı olan, böylesi bir saldırıya başkaldırmamaktır.

Ayrıca yeteneklerini körelten, doğruyu görüp ağızlarını açmayan, yürekliliği öldürüp korkaklaşan, akıllı olan ama aptalca bir yaşam süren insanlar da içten içe kendilerini aldattıklarını ve bu nedenle kendilerini aşağı gördüklerini hisseder ve kişilik sorunları yaşayabilirler.
Sonuçta, kendilerine yapılanı sineye çekme ya da  kendini cezalandırma durumu  zamanla nevroz ya da psikoz olarak kendini gösterebileceği gibi, doğru olanı yapmaya başlamak zaman içersinde yenilenmiş bir yüreklilik, haklı bir öfke ve artan bir öz saygı olarak da kendisini gösterebilir.
Kısacası, gelişim ve ilerleme acı ve çatışma ile sağlanabilir. Bu nedenle insanları acı ve üzüntüden sürekli korumaya çalışmakten kaçınmalı, aşırı korumaya dayalı bir ilişki yaratmamalıdır. Aşırı korumacılık kişinin kendi doğasının bütünlüğüne saygısının azalması ve gelişiminin engellenmesine neden olabilir.

Maslow nevroza bir eksiklik hastalığı gözüyle bakar. Bu nedenle, sağaltım için hastanın eksikliğini duyduğu şeyin sağlanması ya da bunu kendibaşına sağlayabilmesinin olanaklı kılınması gerekir. Bunu sağlayabilecek olan da diğer insanlar olduğundan terapinin insan ilişkilerine odaklanması gerekir. Ama unutulmamalıdır ki, temel gereksinimlerini giderebilmiş ve ağırlıkla gelişime güdülenmiş insanların çatışmaya, mutsuzluk, kaygı ve kararsızlığa karşı bağışık oldukları söylenemez. Bununla birlikte, gelişime güdülenmiş insanın bu sorunları ve çatışmaları çoğunlukla kendine dönerek yani başkasından yardım ummaktansa öz arayışa yönelerek çözdüğünü unutmamak gerekir. Kişilik gelişimi kuramında kendini geliştirmeye ve kendini aramaya, iç gözlem ve meditasyona yer verilmesi çok önemlidir.

Dünyada geçerli olan sözde eğitim kuramı, genellikle organizmanın dışında var olan hedef nesnelere yönelik bir eksiklik güdülenmesi, yani bir gereksinimin en uygun yoldan doyurulmasını kendine temel almıştır. Bu nedenle öğrenme psikolojimiz, yaşamın çok küçük bir bölümüne seslenen sınırlı bir bilgi birikiminden oluşmaktadır. Bu bağlamda güdüsel ekşikliklerin doyumu için sürekli dış dünyaya yönelme tekniklerinin gelişim ve kendini gerçekleştirme  sorununun çözümüne pek katkısı olmaz. Oysa birleştirici öğrenim ve yönelim algısal öğrenime, içgörünün ve anlayışın artmasına, özbilgiye ve kişiliğin sürekli gelişmesine, yani sinerjinin, bütünselliğin ve içsel tutarlılığın artmasına katkıda bulunur.                                

Maslow,insanı bütünleştirme yöntemleri olan içgörü, geniş anlamı ile zihin, sevgi, yaratıcılık, gülmece ve trajedi, oyun ve sanat hakkında zaten az çok bilgimiz olduğunu ve bu tip bütünleştirici teknikler üzerinde geçmişte olduğundan daha çok durmamız gerektiğini düşünmektedir.
Insanda değişim ve gelişim, yeni alışkanlıkların ve çağrışımların birer birer edinilmesinden çok kişinin tümüyle bütünsel bir değişim geçirmesi anlamına gelir. Diğer bir deyişle, yeni alışkanlıklar gibi yeni dış edinimleri olanın aynı insan değil yeni bir insan olması söz konusudur.

“Hasta insanlar hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde yetişebilir. Bununla birlikte, hasta insanların yaşadıkları kültürü daha da bozduğu, sağlıklı insanların ise daha sağlıklı bir kültür yarattığı gerçektir. Birey sağlığını geliştirmek daha iyi bir dünya yaratmanın yollarından biridir.“  demekte ve eklemektedir:“ Özgür gelişimi özendirme ve bunun için en uygun eğitim koşullarını yaratma sağlıklı bir kültür için gereklidir. „

Siyasi demokrasinin, iktisadi refahın tek başına değer sorununu çözemediğini fark eden Maslow, değerlerin gerçek kaynağına ulaşmak için tek yolun iç benliğe yönelik bir arayışın başlaması olduğu görüşündedir.

Sağlıklı insanların özelliklerini ise şöyle tanımlamaktadır:
Gerçekliğin tanımlanmasında üstünlük, gelişmiş bir kendiliğindenlik; kendini, başkalarını ve doğayı benimsemede, soruna odaklanmada gelişmişlik; özel yaşama ve bağlantısızlığa daha düşkün olmak, daha fazla özerklik ve kültürel biçimlenmeye direnme, değerlendirmelerde yenilik ve duygusal tepkilerde zenginlik, doruk deneyimlerin daha çok yaşanması, kendini insan ailesi ile özdeş hissetme, daha demokratik bir kişilik yapısı, gelişmiş bir yaratıcıkık, değer sisteminde çeşitli değişiklikler.

Maslow’un eksiklik (temel) güdülenmesi  ve gelişim güdülenmesi kavramları


Freud’un güdülerin (libidoyu harekete geçiren içsel güç)  tehlikeli olduğu ve bunlarla savaşılması gerektiği düşüncesine  - gereksinimlerin giderilmesinde sorunlu deneyimler yaşamış olan ve doyuma ulaşma konusunda güvenini yitirenler hariç - katılmayan Maslow, ancak ihtiyaç, istek ya da özlem duğduğumuzda güdülendiğimizi de kabul eder.

Maslow sağlıklı insanlar ile diğer insanların yaşamlarında farklı güdülere sahip olduklarını gözlemlediğini söyler ve güdülenmeyi eksiklik (temel) güdülenmesi ve gelişim güdülenmesi olarak iki katogoriye ayırır.
Ruhsal hastalıkların (psikopatoloji) kaynaklarını ve insanların nevrotik olmasının nedenini temel gereksinim eksikliği' ne bağlar. Araştırmalarının sonucunda bir çok nevrozda, diğer karmaşık belirliyicilerin yanı sıra güvenliğe, ait olmaya ve özdeşleşmeye, yoğun sevgi ilişkilerine, saygınlık ve itibara duyulan ve doyurulmamış olan bir özlem yatmakta olduğunu ve bu eksiklikler ortadan kaldırıldığı zaman hastalığın da yok olmaya yüz tuttuğunu görmüştür.

Eksiklik gereksinimleri  tüm insanlarda, hatta bir dereceye kadar canlılarda da ortaktır. Kendini gerçekleştirmek ise kişiye özgüdür, çünkü her insan farklıdır. Eksiklikler, yani türe özgü gerekler gerçek kişilik tam anlamıyla gelişmeden önce gereğince karşılanmalıdır. Eksiklik gereksinimleri'nin ve gelişim gereksinimleri'nin  doygunluğa ulaşmasının kişilik üzerinde ayırt edici nesnel ve öznel etkileri olur. Eksiklerin giderilmesi hastalığı önler; gelişim gereksiniminin doyurulması ise sağlığı besler.

Eksiklik (temel)  güdülenmesi  bünyenin eksikliğini duyumsadığı ve kişinin sağlığı için doyurulması gereken gereksinimlerdir. Sevgi de buna dahildir. Eksiklik (temel) güdülenme ana ihtiyaçlara hizmet ederek, gerilimin düşürür ve denge sağlar. Dahası bu gereksinimler kişinin kendisi dışında insanlar tarafından doyurulmalıdır. Eksiklik gereksiniminin doyurulması bölümsel ve dorüksal olma eğilimindedir. Arzu ve heyecanda aşamalı ve kararlı bir tırmanış gerçekleşir, başarı ve tamamlanma anında doruğa ulaşır. Arzu, heyecan ve hazzın doruğa ulaştığı bu noktadan gerilimin azalması durumu olan „ferahlama“ya karşılık, yaşadığı dinginlik ve esrime deneyimine Functionlust (işlevsellik hazzı) adı verilmektedir. Temelde bir şeyin yok olmasıyla ortaya çıkan “ferahlama“nın kendisi de silinip gitme eğilimindedir. Sonsuza dek sürebilen gelişimin verdiği hazzın yanında işlevsellik hazzı kalıcı değil süreksiz ve dayanıksız olacaktır.

Güvenlik, ait olma, sevgi ilişkileri ve saygıya duyulan gereksinim yanlızca diğer insanlar tarafından giderilebilir. Bu da gereksinmelerden dolayı çevreye oldukça bağımlı olmak anlamına gelir. Bu bağımlılık insan ilişkilerini gereksinimlerini doyurmaya yarayan kaynaklar olarak görme gibi soyutlayıcı bir yaklaşıma neden olacağı için insanları bir bütün, karmaşık ve kendine özgü bireyler olarak değil kullanılabilirlik bağlamında bir araç olarak değerlendirilmesine yol açar. Algılayanın gereksinimlerine seslenmeyen özellikleri ya bütünüyle eş geçilir ya da sıkıcı, rahatsız edici, sakıncalı bulunur.                                                        
Eksikliğe göre güdülenmiş olan kişi çevresine karşı daha korkak olur, ne de olsa başarısız olup hayal kırıklığına uğrayabilecektir, Bu tip kaygılı bağımlılığın özgürüğün yitirilmesine neden olduğunu ve düşmanlığı beslediğini biliyoruz.
Değişik temel gereksinimler birbirleri ile hiyerarşik  bir ilişki içerisindedir. Bir gereksinimin giderilmesi ile isteme ve arzulama daha yüksek bir düzeyde sürecektir.

Gelişim güdülenmesi  işe insanların güvenlik, ait olma, sevgi, özsaygı gereksinimlerini giderdiklerinde söz konusu olur. Gelişim güdülenmesi temel gereksinimlerin dışında ve üzerinde yer alır. Kişi öncelikli olarak kendini gerçekleştirmeye yani gizil güçlerini, kapasite ve yeteneklerini sürekli olarak ortaya çıkarmaya; görevlerini (ya da çağrıların, yazgının, alınyazısının) yerine getirilmesine, kişinin kendi içsel doğasını daha iyi tanıması ve benimsemesine, kişinin içinde birlik, bütünlük ve sinerjiye yönelik sürekli eğilime güdülendikleri görülür. Gelişim sürekli, az ya da çok ilerleyen, yükselen bir devinim içindedir. Ve haz verdiği, güzel bulunduğu için elde ettikçe daha çok istenir. Bu nedenle bu tarz istek sonsuzdur ve asla doyuma ulaşmaz.
Gelişimi, insanı son kendini gerçekleştirme aşamasına götüren çeşitli süreçler şeklinde tanımlamaktayım. Gelişimin ödülü ve heyecanı kendi içindedir. İyi bir işletmeci olmak, keman çalmak, marangozluk gibi becerilere sahip olmak, evreni ve insanlığı, kendini gittikçe daha yoğun anlamak, hangi alanda olursa olsun yaratıcılığını geliştirmek ve en önemlisi iyi bir insan olmayı istemek gibi. Kendini gerçekleştiren, temel gereksinimleri doğal olarak doyurulmuş insan, çevresine çok daha az bağımlı ve çok daha fazla özerktır. Kendi kendini yönlendirmektedir. Bu tip insanlar özel yaşamdan, ayrı olmaktan ve derin düşüncelere dalmaktan özel haz alırlar. Onları yöneten belirleyiciler çevresel ve toplumsal belirleyicilerden çok içsel olandır. Kendini gerçekleştiren insanın alınyazısı ya da yazgısı aslında kendi iç doğasının yasalarıdır. Kendi potansiyel ve kapasitesine, yeteneklerine, gizli kaynaklarına, yaratıcı itkilerine uyar. Kendini tanımaya ve gittikçe daha tam bir bütünlüğe, birliğe, özbilgiye ulaşmaya gereksinim duyar.                                   
Özerkliği ya da çevreden daha bağımsız olması aynı zamanda sıkıntı, trajedi, stres, yoksunluk gibi çevresel koşullardanda daha bağımsız olması anlamına gelir. Bu insanlar diğer insanlarla onay, sevgi, beğenme vb. kullanılabilirlik özelliklerinden değil gecekten takdir edilen özellikleri nedeniyle beğenir.                                                                                   

Çevresel etkilerle harekete geçen tepkisel insan, kendini gerçekleştiren insan‘ın bakış açısıyla anlamsız bir şekilde davranmaktadır. Kendini gerçekleştiren insanın eylemlerinin kaynağı tepkisel değil içseldir. Davranışlarını çevrenin yaratıığı gerilim değil, kendi istek ve tasarımları belirler. Gelişim güdüleri gerilimi gelecekteki ve hatta çoğu zaman ulaşılamayacak hedefleri elde etmek için canlı tutar, bu da bir insanı hayvandan, bir yetişkini bebekten ayıran özelliktir.

Algılama Farklılığı

Maslow, eksikliğe güdülenmiş ve gelişime güdülenmiş insanların algılamaları arasında göze çarpan farklılıklar görmektedir. Daha az gelişmiş insanlar sınıfların ve kavramların kesin sınırlarla ayrıldığı ve erkek-dışı, bencill-özgeci, yetişkin-çocuk, kibar-acımasız, iyi-kötü vb. de olduğu gibi karşılıklı dışlayıcı ve uyumsuz olan Aristocu bir dünyada yaşarlar. Aristocu mantıkta A A’dır ve onun dışındaki herşey A olmayandır ve ikilemler asla bağdaşmaz.     Ancak kendini gerçekleştiren insanları için A ve A olmayan birbirinin içinde erimiş ve bir olmuştur. Bir insan aynı zamanda hem iyi hem kötüdür, hem erkek hem dışı, hem yetişkin hem de çocuktur. Tek bir doğrultuda ele alınmaz. Bir insan soyutlanmış herhangi bir yönü hariç süreklilik içinde ele alınamaz. Bütünlükler arasında karşılaştırma yapılamaz.                                  
Kendini gerçekleştiren insanlar karşısındakini bir araç olarak görme eğiliminde olmadıklarından değer biçmeyen, yargılamayan, müdahaleci ve kınayıcı olmayan bir tutum sergilerler, “seçimsiz bir farkındalık” içindedirler. Bu da daha açık ve içgörülü bir algıya ve karşıdakinin daha iyi anlaşılmasına olanak verir.                                   
Dikkat edilmesi gereken, algılama biçimleri arasındaki bu farklılıktan dolayı özellikle karşıdaki insanın ya da nesnenin zor, karmaşık ve kapalı olması durumunda algılayan kişinin karşısındaki nesnenin doğasına saygı göstermesi gerektiğidir.
Dünyanın içsel doğasını algılamanın en etkili yolu etkin olmaktan çok alıcı olmaktan geçer. Elden geldiğince algıladığımız insan ya da nesnenin içsel örgütlenmesine karşı açık ve algılayan olarak ise kendi doğamızdan bağımsız olmamız gerekir.

Bütün’ün tüm yönlerinin bağımsız, edilgen olan ve müdahaleci olmayan Taoist bir tarzla algılanması estetik deneyim ve mistik deneyimin kimi tanımlarıyla da ortak özellikler sergiler. Vurgulanan konu aynıdır. Dünyayı gerçek, somut biçimiyle mi görüyoruz, yoksa dünyaya yansıttığımız kendi sınıflamalarımız, dürtülerimiz, beklentilerimiz ve soyutlamalarımız doğrultusunda mı? Ya da dobra dobra sormak gerekirse, görüyor muyuz yoksa korkuyor muyuz?

Sevgi gereksinmesi


Sevgi gereksinmesi de bir eksikliğin doyurulması gereksinimidir ve iç sevgi ile doldurulan bir boşluktur. Eğer bu iyileştirici gereksinim elde edilemiyorsa güçlü bir sayrılık (patoloji) baş gösterebilir. Doğru zamanda, doğru oranda ve gerektiği şekilde elde edilebiliyorsa sayrılığın ortaya çıkması engellenir. Sevgi açlığı tuz eksikliği ya da vitamin eksikliği gibi bir eksiklik hastalığıdır.
Sevgi ilişkilerinde doyuma ulaşmış insanlar sevgi almaya ve vermeye daha az gereksinim duyarlar.Klinik çalışmalar bu insanların sevgi almaya daha az gereksinim duymalarına karşın, daha çok sevgi verebildiklerini ortaya koymuştur. Bu da gelişim güdülenmesi ya da kendini gerçekleştirme kuramı‘nın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Maslow, bir başka kişinin varlığına duyulan, gereksinimsiz ve bencil olmayan sevgiye V-sevgisi; eksiklik-gereksinim sevgisine, bencil sevgiyi ise E- sevgisi olarak tanımlamıştır.
V-sevgisi sahiplenici olmadığı ve gereksinimden daha çok değer vermeyi öne çıkardığı için soruna neden olmaz ve her zaman için haz vericidir. Hiçbir zaman tümüyle doyurulamaz. Genellikle yok olmaz, gelişir. Araç olmaktan çok erektir.                            
V-sevgisi'nin sağaltıcı ve ruh sağlığını arttıran etkileri çok derin ve yaygındır ve V-sevenlerin önceden yaşamış olduğu E-sevgisinden daha değerli öznel bir deneyimdir. Kaygı ve kin gütme en alt düzeydedir. Örneğin bir aşk ilişkisi kişiye bir özimge, kendini benimseme, sevgiyse değerli olma duygusu verir ve bunlar da onu gelişiminde özgürleştirir. İnsanın böyle bir sevgi olmadan gerçek anlamıyla gelişip gelişemiyeceği konusu gerçek anlamda sorgulanmalıdır
V-sevgisi'ne sahip insanlar daha bağımsız, daha özerk ve daha az kıskançtır. Kendini tehdit altında hissetmez. Karşısındakinin de kendini gerçekleştiren bir insan olabilmesi için yardıma her zaman açıktır. Daha düşünceli, verici ve yüreklendiricidir.
Maslow, karşıdaki insanın en derin ve doğru şekilde algılanmasını V-sevgisi ile olanaklı görür. Bu duygusal-istemsel  olduğu kadar bilişsel  olmakla mümkündür.

Savunma ve Gelişim


Rasgele ve doğallıkla meraklı, keşfetmeye eğilimli, ilgili ve hayret dolu olmak sağlıklı bir bebek ya da çocuğun Varlığının bir parçası, Varlık biçimidir. Çocuk amaca yönelmediği, baş etmesi gerekmediği, dışavurumcu ve kendiliğinden olduğu, herhangi bir eksikliğin doyurulmasına güdülenmediği zamanlarda bile gücünü sınamak, ulaşmak, içine girmek, şaşırmak, ilgilenmek, oynamak,hayrete düşmek, dünyayı etkilemek ister. Keşfetmek, etkilemek,deneyim yaşamak, ilgilenmek, seçmek, haz duymak, neşelenmek saf Varlığın nitelikleri olarak görülebilir. Bununla birlikte rastlantısal, tasarlanmamış ve beklenmedik bir şekilde de olsa Oluş’a yol açarlar. (Being-Becoming: Varlık-Oluş ) doğal,yaratıcı deneyim beklentiler, tasarılar, öngörüler, hedef ya da amaçlar olmadan da gerçekleşebilir ve gerçekleşir. Ne zaman ki bir çocuk kendini doyurur, sıkılmış hisseder, işte o zaman yeni ve belki de daha “yüce” hazlara yönelecektir.
Yetişkinde de eğer bir sonraki adım, seçim  tanıdığı ve hatta artık sıkıldığı bir önceki seçiminden öznel olarak daha haz ve mutluluk verici, içsel olarak daha doyurucu bulunuyorsa gelişim söz konusudur. Bir şeyin bizim için doğru olup olmadığını anlamanın yegane yolu, bunun herhangi bir seçeneğe kıyasla öznel olarak daha iyi olmasıdır.Yeni deneyim dış bir ölçütten bağımsız bir şekilde kendi kendini doğrular. Bunu ödüller uğruna, psikologlar onayladığı için ya da mantıklı olduğu için yapmayız. Bu bir tatlıyı öbürüne yeğlediğimiz nedeni ya da “A“ İle dost olmanın “B“ ile dost olmaktan bize daha çok doyum vermesinin nedeni neyse bunu yapmamızın nedeni de aynıdır.                                                                    
Bu şekilde hangi konuda iyi olduğumuzu, neden hoşlandığımızı ya da hoşlanmadığımızı, zevklerimiz, yargılarımız ve kapasitemizin ne olduğunu öğreniriz. Yani kendimizi keşfeder, “Ben kimim?“, “Ben neyim?“ sorularının yanıtını buluruz. Adımlar, seçimler içten dışa doğru doğallıkla ortaya çıkar.

Peki, gelişimi önleyen nedir? Neden bazıları için ileri doğru gelişmek bu denli zor ve sancılıdır?                                                                                                    
“Bu noktada doyurulmamış gereksinimler, güvenlik ve güvence, acıya karşı savunma ve korunma mekanizmaları, korku, yitirme, tehlike ve gelişim için gerekli olan yürekliliğin durdurucu ve geriletici etkileri üzerinde durmamız gerekiyor.“ demektedir Maslow.

Her insanın içinde iki tür güç bulunur. Güçlerden biri  olan Savunma gücü, insanı korkuya karşı savunmada kalmaya ve güvenceye yönelmeye zorlar. Ana rahminden, memeden uzaklaşmaktan, risk almaktan, elinde olanı bırakmaktan, bağımsızlıktan, özgürlükten ve kendibaşınalıktan korkmasına, geçmişe bağlı kalmasına neden olur.
Diğer güç olan Gelişim gücü ise onu Benliğinin bütünlüğüne ve özgünlüğüne, kapasitesinin bütünüyle kullanılmasına, derinde, gerçek ve bilinçdışı Benliğini kabullenirken dış dünyaya güvenle açılmasına yönlendirir. Bu güçlerin her ikisi de hazzı ve kaygıyı beraber taşırlar.

Tam bir güven daha yüce gereksinimleri ve itkileri ortaysa çıkartırken, güvenliğin tehlikeye düşmesi gerileme ve daha basit temellere dönüş anlamına gelecektir. Bu da güvenlik ile gelişim arasında yapılacak seçimde normalde güvenliğin baskın çıkacağı anlamına gelir. Giderilmeyen güvenlik gereksinimleri her zaman içten içe doyrulmak için diretecek ve ilerlemeye engel olacaktır. Buna emekleyen bebeğin annesinin dizlerinin dibinden bilinmeyen bir çevreye yönelmesini bir örnek olarak verebiliriz. Bebek, odayı önce gözleriyle keşfederken annesine bağlı kalacaktır. Daha sonra annesinin verdiği güvenin tam olduğuna inanarak küçük gezintilere çıkmaya başlayacaktır. Bu gezintilerin çapı gitgide büyüyecektir. Bu şekilde bebek bilinmeyen ve tehlikeli bir dünyayı keşfedebilecektir. Annesi birdenbire ortadan kaybolursa dünyayı keşfetmekle daha fazla ilgilenmeyecek, kaygılanmaya başlayacak, yalnızca eski güvenliğini geri isteyecek ve hatta yeteneklerini yitirmeye başlayacaktır. Örneğin yürümeyi göze alamayacak, emeklemeyi sürdürecektir.
Bu örneği genelleştirirsek tam bir güven daha yüce gereksinimlerin ve itkilerin ortaya çıkmasına ve ustalığa doğru gelişimin gerçekleşmesine olanak sağlayacaktır diyebiliriz.

Peki bir çocuğun ya da yetişkinin ileri atılacak yürekliliği kendinde bulabilecek kadar güvene doymuş olduğu nasıl anlayabiliriz?
Yaşamı oluşturan sonu gelmeyen seçimler dizisinde bunu onun kendi seçimleri ortaya koyacaktır. Yani ileri iten güçlerin alıkoyan güçlere, cesaretin korkuya ne zaman ağır bastığını ancak o bilebilir.

Bilgiye gereksinim ve bilgiden korku


Maslow, Freud‘un en büyük keşfinin kişinin kendini, gizılgüçlerini, duygu, itki, ani, kapasite ve yazgısını tanımaktan duyduğu korkunun birçok psikolojik rahatsızlığının en büyük nedeni olduğunu ortaya koyması olduğunu söyler. Kişinin kendinin tanımaktan korkması, çevresini tanımaktan korkması …yani, içsel sorunlar  ve dışsal sorunlar  temelde birbirine benzer ve bağlıdır. Bu nedenle iç ve dış ayırımı yapmadan bilgiden korkmaktan söz eder.

Genelde bu tip korku savunma amaçlıdır. Kendimize duyduğumuz güveni, sevgi ve saygıyı korumaya çalışır, kendimizi küçümsememize ve aşağı, zayıf, değersiz, kötü, utanç verici hissetmemize neden olacak bilgilerden korkmaya eğilim duyarız. Kendimizi ve kendimize ait imgemize zarar verebilecek hoşa gitmeyen ya da tehlikeli gerçeklerin bilincine varmamızı engelleyen bastırma gibi savunma mekanizmaları ile koruruz. Acı veren gerçeklerin bilinç düzeyine çıkmasının engellenmesine, karşı çıkılmasına psikoterapide “direnç“ adı verilir. “Bir insanın yapabileceği en iyi şey kendine karşı tümüyle dürüst olmaya çalışmasıdır.“ der S.Freud.

Direnç gösterdiğimizde sadece psikolojik bozukluklararımıza saplanmakla kalmaz, kişisel gelişimden de kaçınırız, çünkü gelişim de başka türlü bir korkuya, dehşete, zayıflık ve yetersizlik duygularına yol açabilir. Bu nedenle en iyi yönlerimize, yeteneklerimize, itkilerimize, yüksek potansiyelimize, yararıcılığımıza karşı da direnir, onları yadsırız. Kısacası kendi tanrısal yönümüze karşı savaş veririz. İnsanın içindeki en büyük çıkmazlardan biri budur. Hem korkağız hem tanrısal.

Yaratıcı, tanrısal atalarımızın hepsi yaratıcılığın o yalnızlık içindek anında, eskiye karşı çıkıp yeni bir şeyler bildirerek yürekli olduklarını kanıtlamışlardır. Bu gözü pek olmak, en önde ve yapayalnız yürümek, meydan okumaktır. Korku ani da anlayışla karşılanmalıdır ama yaratıcılık anının gerçekleşebilmesi  için korkunun aşılması gerekir. İçinde  bir yetenek keşfetmek insana büyük canlılık verir. Bununla birlikte tehlikelerin ve sorumlulukların, önder ve yalnız olmanın korkusu da buna eşlik eder.

Despot bir egemenliğin altındaki sömürülen, ezilmiş, güçsüz kişiler ve azınlıklar „bilgi“ ile efendilerinin  öfkelerini körüklemek istemezler ve egemen olan despot ise fazla şey bilen insanlar başkaldırmaya eğilimli olacaklarından öğrenme merakını kamçılamaya niyet etmez. Güçsüzlük ve boyun eğme ya da özsaygının yitimi  durumunda olma “bilme gereksinimi„ni de dizginler. Örneğin buna birçok kültür ve dinin kadınları öğrenmekten ve çalışmaktan uzak tutmaya çalışmasını verebiliriz.                                                             

İnsanoğlu kaygı ve korkularını gizlemeye ve fark ettirmemeye çok daha fazla eğilimlidir, Korku  ve kaygılarının hepsini birden yenemediği zaman bunları bastırmaya, kendisinden bile gizlemeye, yadsımaya çalışacak, sıklıkla korktuğunun farkında bile olmayacaktır.

“Bilme“nin bilinçdışında egemenlik, üstünlük, denetim hatta aşağılanma, saldırganlık olarak algılanmasından kaynaklanan duygu çatışmaları ilksel (arkaik) kompleksini anlamamıza yardım edebilir. Çocuğun sırları, bilinmeyenin gizlice izlenmesi, kadının kadınsılık ile öğrenme yürekliliği arasında bir çekişki duyumsaması, ezilenin bilmeyi efendiye özgü bulması, dindar insanın bilmekle  tanrıların sahasına tecavüz etmeyi bir tutması… Tüm bu insanlar bilmeyi sakıncalı, hınç duyacak bir şey olarak algılarlar. Bu anlayışlar ilkel haz ve doyum bağlamında bilmek ve anlamaktan kaynaklanır.
Bilmek insanı daha büyük, bilge, zengin, güçlü, gelişmiş ve daha olgun kılar. İlgi ve keşfetme isteğinin güvenlikten, yani güvende, kaygısız, korkusuz olmayı istemekten daha “yüce“ öldüğünü biliyoruz. Bu tip kaygılarla başa çıkmanın pek çok yolu var ve bunların bazıları da bilişseldir.                                                                                                

Belirli tip bir kişi için yabancı olan, tam anlamıyla algılanamayan, gizemli, beklenmedik herşey sakıncalıdır. Bunları tanıdık, öngörülebilir, başa çıkılabilir, yani zararsız kılmanın bir yolu da tanımak ve anlamaktır. Böylece bilginin gelişime yol açan işlevinin yanı sıra kaygıyı azaltan, dengeyi koruyan bir işlevi olduğu da ortaya çıkıyor. Tıpkı alt kattan garip sesler duyan birisinin bunun eli silahlı bir soyguncu olmadığını anlamasından sonra yaşadıkları gibi.
Diğer tip bir insan ise bilgi ile kendisinin, kapasitesinin gelişmiş, güçlenmiş, büyümüş, başarıya ulaşmış olduğunu duyumsar. Duyu organlarımızın birden çok daha güçlü, gözlerimizin daha keskin, kulaklarımızın daha hassas bir hale geldiğini düşünün. İşte buna benzer bir duygudur.

Yalınlaştırarak söylemek gerekirse bilgi, değişik oranlarda, hem anlama gereksinimini hem de güvenlik arayışını simgeleyebilir. Bazı durumlarda güvenlik gereksinimi, kaygıyı azaltmak için tüm bilişsel gereksinimleri egemenliği altına alabilir, yani bilginin peşine kaygıyı azaltmak için düşebildiğimiz gibi kaygıyı azaltmak için bilgiden kaçıyor da olabiliriz. Freudcu yaklaşımla açıklamak gerekirse, ilgisizlik, öğrenme zorlukları, yapmacık aptallık bir savunma yöntemi olabilir. Bilmekten korkmanın derinlerde yatan bir nedenin de eyleme geçmekten ve bilmenin neden olduğu sonuçlardan, getirdiği sorumluluklardan korkmaktır. Çoğunlukla bilmemek daha iyidir, çünkü bildiğiniz zaman eyleme geçmeniz, yuvadan dışarı çıkmanız gerekecektir. Maslow, bilgi ve eylemin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu düşünmektedir.

Kaygıdan kurtulmuş kişi ise daha yürekli ve atılgan davranıp yalnızca bilgi uğruna keşfe çıkabilir, kuramlar yaratabilir. Bu kişinin gerçeğe, şeylerin gerçek dünyasına yaklaşma olasılığının daha yüksek olduğunu söylemek kesinlikle daha doğru olacaktır.

Tam anlamıyla ve bütünüyle bilgi sahibi olduğumuzda uygun eylem bu bilgiyi kendiliğinden izleyecektir. Böylece seçimler çelişkiye düşmeden ve doğallıkla yapılabilir.
Kaygının ilgi ve keşfetme isteğini öldürür. Bilişsel gereksinimler kendilerini en açık şekilde güvenli ve kaygısız ortamlarda gösterir.

Özetle Maslow,“ Korkuyu arttıran tüm bu sosyal ve psikolojik etkenler bilme itkimizi dizginlemektedir. Cesarete,özgürlüğe ve gözüpekliğe izin veren etkenler ise bilme gereksinimimizi özgür kılacaklardır.“ demektedir.



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder