3 Nisan 2014 Perşembe

Sigmund Freud‘a göre Ego (Benlik) Kuramı ve Gelişimi



Psikanaliz denildiğinde akla ilk gelen isim olan 19.yy’in Avusturyalı Sigmud Freud, bilim camiası dışında da oldukça popülerdir. Bu yazıyla Freud ile ilgili yaptığım genel bir araştırma sonrası anladıklarımı ve önemli bulduğum  kavramlarını bir araya toplamaya çalışacağım.
Freud, kendi deneyimlerine ve hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve zihinsel hastalıklar üzerine yoğun çalışmalarda bulunmuş bir nörolog. Çalışmalarını ölümüne dek gözden geçirdiği ve pek çok değişiklikler yaptığı söyleniyor.

Freud Psikanaliz kuramıyla normal ve normal dışı davranışlarda aynı psikolojik etkenlerin geçerli olduğunu ve orada yalnızca bir derece fark bulunduğunu ortaya koyarak, ruhsal bozuklukların, ürkütücü ve anlaşılmaz olarak değerlendirilmesine son vermiştir.
                                                                                         


Freud, batı kültüründe bilimsel olarak kişiliğin standart zihin üzerinden gelişimini inceleyen ilk kuramcıdır. Freud’un kişilik kuramına göre, kişilik ilk 5-6 yılda gelişir ve sonraki gelişim bu temel yapının işlenmesinden ibarettir.
Freud sonrasında “Freud sanki psikoloji ilminin hastalıklı yarısını anlatmıştı. Bize ise sağlıklı diğer yarısı ile bu ilmi tamamlamak düşüyor” diyen A. Maslow, C.G.Jung, Otto Rank, Heinz Kohut gibi düşünürler Freud’un kuramları üzerine önemli değişiklik ve eklemeler yapmış olsalar da psikanaliz kuramının ana çerçevesini halen Freud’un düşünceleri oluşturmaktadır.    
                                                                             ∞
Freud’da kişilik bir enerji birimidir, dinamiktir. Fizikte olduğu gibi, insan fizyolojisi de enerji alır ve harcar. Enerji olan yerde hareket olduğu için insan kişiliğinde de devinim söz konusudur.

Libido: Freud'a göre insanın doğuştan gelen içsel enerjisi (libidosu) vardır. Bu enerji her türlü düşünme, algı, hayal gücü, bellek ve cinsellik vb. fonksiyonlarını harekete geçirir. Libido enerjisi ne yok edilebilir, ne de yaratılabilir ama libidoyu bir biçimden diğerine dönüştürülebilir ya da bir işlevden alıp bir başka yere aktarılabilir.                                    
Libido, farklı biçimlerde bulunur, bağlandığı yere veya işleve bağlı olarak id, ego, eros gibi çeşitli isimler alır.

İçgüdü: Libido (içsel enerji) ve gelişimini ele alan kurama içgüdüsel kuram denir. İçgüdü: “Organizmayı o türe özgü olan bir amaca sürükleyen hareket eğilimi, içsel güç. Davranıştaki doğal ve kalıtsal olan faktör. Instink.” olarak tarif edilmektedir.

Bilinmelidir ki, Freud’ un içgüdüleri, kalıtımsal yatkınlığa göre değil bedendeki uyarılımın kaynağı ile ilgilidir. Freud’a göre içsel biyolojik bir uyarılma olan güdünün neden olduğu gereksinim insanı davranışa,”tepi”ye iter. “Tepi” hem içsel hem de bedensel enerjiyi içerir ve “id” de yer alırlar.          

İç güdünün kaynağı olan bedensel gereksinim ortaya çıktığında amaç bu gereksinimin neden olduğu gerilimi azaltmak için, itici gücü oluşturan enerjiyle o gereksinimin doyumunu sağlayacak nesneye ulaşmaktır.                                          
Freud içgüdüleri iki ana başlık altına toplar; bireyin yaşam ve türünü sürdürmesini sağlayan “yaşam içgüdüleri” ve içe ya da dışa yönelik olabilen yıkıcı, saldırgan “ölüm içgüdüleri”. Güdüler doyurulduğunda aynı noktaya dönerler.

İçgüdülerin gelişmesi altı yaşına kadar olduğundan, freudyen psikanalitik görüş kişiliğin temelinin ilk beş ya da altı yılındaki deneyimler sonucu oluştuğunu savunmaktadır.
                                                                                        
                                                  Topografik zihin modeli
Birey  dışarıdan ve kendi içinden gelen tüm uyaranların ancak bir kısmını değerlendirebilir. Bu iç denge için gereklidir. Eğer tüm uyaranlar algılanacak olsa birey ciddi bir karmaşıklık yaşardı.                                      
Bilinçlilik deyince uyanıklık, ayırt edebilme, farkında olabilme durumunu kastediliyor. Fakat ruhsal işlemlerin tümü bilinç düzeyinde yürümez. Unuttuğumuz bir olayı istersek özel bir çabayla bilinç düzeyine çıkarabiliriz. İşte bu noktada ruhsal sürecin farklı seviyelerinden ve süreçlerinden söz etmek durumundayız.
1870’li yıllarda Freud yaptığı hipnoz gözlemlerinden ve uygulamalarından sonra  zihinsel süreçlerin salt bilinç kavramıyla açıklanamayacağını farketti ve deneyimlerinden yola çıkarak bilinçdışı ve bastırma kavramlarını öne sürdü. Bu iki yeni kavram psikanalitik kuramın iki temel taşını oluşturdu.                                                           
Literatürde  bazen bilinçdışını Freud’un (halk arasında bilinçaltı) keşfettiği söylense de bunun gerçekliği yoktur. Çünkü bilinçdışının etkisine ilişkin düşünceler Antik Çağa, Platon’a dek uzanmaktadır. Ancak, Freud  bilinçdışı duygu ve düşüncelerin doğrudan veya dolaylı olarak davranışı etkilediğinin farkına vararak, bilinçdışı kavramını psikanaliz kuramına katmıştır.
Freud, zihninin çalışma şeklini anlayabilmek için zihni bilinç, önbilinç ve bilinçdışı olarak üç seviyede incelemeye başlamış, daha sonra bu bölümlemeyi yetersiz bularak buna ek olarak zihinsel nitelikleri id, ego, süperego olarak üç temel yapıda kavramlaştırmıştır.

                                                                                                                       
"Topografik zihin modeli" olarak adlandırılan Freud’un bu biliçdışı ve bilinç katmanları


Bilinçdışı ve Bilinç Katmanları
 

Bilinç, dış dünyanın gerçeklikleri ve içe bakış yoluyla kendi deneyimlerinin farkında olma, bilme, tanıma, anlama seviyesidir.  Burada mantıksal düşünce baskındır. Bu sayede bilinçli eylemlerdeki düşünce ve duygular; neden, sonuç, zaman ve mekan boyutlarına uygun olarak kurulur. Bilincin içeriği dil ve davranışla dış dünyaya iletilir. Bilinç çocukluğun ilk yıllarinden sonra zaman içersinde gelişir. Ego’nun  yapılandığı alanıdır.
Bilinç öncesi (onbilinç) şu anda farkında olmadığımız, unuttuğumuz ama biraz dikkat çabası ile bilinç düzeyine çıkartabildiğimiz verileri kapsayan katmandır. Bir anı, bir isim gibi kolay hatırlayacağımız şeylerin saklı olduğu, süperego’nun yapılandığı alandır.
 
Bilinçdışı ise kişinin kendi özel çabası ile bilinç düzeyine çağıramadığı, bilinçli bir algılamanın dışında kalan tüm zihinsel  süreçleri içerir. Duyduğumuz, işittiğimiz, hissettiğimiz bazı şeyler bilinç düzeyinde işlem görmeden buraya kaydedilir ve daha sonra bu veriler gerek verdiğimiz kararlarda gerekse davranışlarımızda etkili olur. Kontrol dışı davranışlarımızın kaynağıdır.
                                                                         
Psikanalitik bakış açısına göre, bilinçdışı sadece kendi etkileri ile farkedilebilen bir güçtür ve kendini  rüya, simge nörotik semptomlar gibi belirtilerle ifade eder. Bu alana hipnoz,serbest, çağrışım, rüya analizi benzeri  yöntemlerle ulaşılabilir. Freud’a göre, gelişimin erken dönemlerinde yaşanmış  acı verici ve travmatik olaylar bilinçdışında bastırılmıştır, ancak  içerik her zaman olumsuz olmak zorunda değildir. “İd” bu alanda işlevini yerine getirir.

                               Zihinin Yapısal Varsayımı ve Kişiliği Yaratan Ögeler
Okurken gözden kaçırılmaması gereken id, ego,süperego kavramlarının beynin herhangi bir bölgesinde karşılığı olmadığı yani soyut olmalarıdır. Anlatılmak istenen bu kavramların her birinin ayrı bir işlevi olduğu ve beraber çalışarak bir nevi birbirine geçişli işlevler dizgesi yani bir sistem oluşturduklarıdır.
Freudyen görüşe göre Kişiliğin Organizasyonu bu üç öğe (id, ego, süperego) ile oluşur ve her birinin işlevi, niteliği ve harekete geçme özelliği ayrıdır. Bu üç öğenin beraber, uyum içinde işlemesi kişilik dengesi açısından önemlidir.     Bir öğenin diğerlerinin önüne geçmesi kişisel uyumu etkileyerek bireyin kendine ve çevresine karşı dengesiz bir kişiliğe sahip olmasına neden olabilir. İnsan davranışı bu üç öğenin aralarındaki etkileşimin ortak ürünüdür.

İd (altbenlik):  Kişiliğin çekirdeğini oluşturur. Freud’a göre “id” bir enerji deposu, benliğin temel öğesi, davranışlarımızın altında yatan psikolojik enerjinin kaynağı ve hayvansal kısmıdır. Burada hayvan, duygu ve hareket yeteneği olan, içgüdüleriyle hareket eden canlı yaratık anlamına gelmektedir. İlkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtüleri, içgüdüleri, fizyolojik öğeleri kapsayan “id” enerjisini çok yakın olduğu bedenden sağlar. “İd” bir duyu organı gibi çalışır, alıcıdır. Sadece dışardan gelen harekete geçiricileri değil, zihnin içinden geçenleri de alır. İd dış dünyadan çok bedensel  süreçlerle ilişki hâlindedir. Ego ve süperego varlığını “id”e borçludur.
Bebek dünyaya geldiğinde libidonun (içsel enerji) gücüyle ağlayarak ilk davranışta bulunur. Zamanla gelişen çocuğun kişilik yapısı başlarda sadece boşalım arayan içgüdüsel dürtülerle yüklü id’den oluşur. “İd” çocukluk yıllarında oldukça etkindir ama olgunlaştıkça id’in etkinliği azalır. Biyolojik ihtiyaçlarımız, cinsel arzularımız ve saldırgan tepkilerimiz “id”den kaynaklanır; çünkü “İd” yemek, içmek, dışkılamak, sıcak tutulmak ve cinsel doyum elde etmek ister; hem de hemen şimdi ister. “İd”in arzuları kuralsızdır, bilinçdışıdır ve “haz prensibi” ile işlemektedir.
Freud’un  “haz prensibi” nin amacı id’de toplanmış fazla enerji birikiminin sebep verdiği gerilimi atmak veya mümkün olduğu kadar düşük seviyelere çekmektir. Gerilim bir acı olarak hissedilirken giderilmesi bir haz veya tatmin olarak hissedilir. 

Gerilim üç yolla boşaltılır:
1) Reflex Eylemler; doğuştan vardırlar ve otomatiktirler. Hapşırma, göz kırpma vb.
2) Birincil Süreçler; gerilimi azaltmak için (aç bir insanın yemeği gözünün önüne getirmesi gibi) gereksinim nesnesinin imgesini zihninde oluşturur. Freud bunun için “dilek doyumu” deyimini kullanmıştır. Birincil süreç denen bu olgu (aç insan yemek hayaliyle doyamayacağı için) tek başına bu gerilimi boşaltmaya yetmez. İşte tam bu noktada ikincil süreçler devreye girer ve ego şekillenmeye ve bilinç oluşmaya başlar.
3) Rüyalar; gerilimi boşaltmanın bir başka yoludur.

Ego (benlik): Çocuk yetiştikçe hazlara ulaşmada dış dünyanın bazı kuralları olduğunu öğrenir.Altbenliğin (id) bir bölümü evrimleşerek ego’yu oluşturur.
Ego enerjisini id’den alan, İd’i denetleyen bir yapıdır. İd’in gereksinimlerinin zihindeki imgesinin gerçek, nesnel dünyada  aramaya başlamasıyla  ego varlık bulmaya başlar. Ego zihinsel imgeyle gerçeği ayırt eder, akılcı ve pratiktir. İd ise mantığı hesaba katmaz. Sadece İd’in etkisi altında hareket etsek isteklerimizi doyurmak için engel gördüğümüze saldırır, umursuzca aklımıza eseni yapardık. Ego haz değil, “gerçeklik prensibiyle” çalışır ve id’in kuralsız arzuları ile eylemler arasına düşünme, karar verme, planlama yetilerini sokar. İkincil süreç olan bu düşünme faktörü düşünme sırasında bellekte saklanan deneyim kalıntılarını kullanır (hafıza). Ego gerçeklik prensibi ile dürtülerin ve dış dünya koşullarının farkına varır ve davranışların olası sonuçlarını değerlendirir. Dünyanın gerçeklikleri ile iç dünyanın haz arayışı arasında denge sağlar. Genelde bilinç seviyesinde işlev görür.

Süperego (üstbenlik):  Bir çocuk yaşamının ilk yıllarında iyiyle kötüyü, yanlışla doğruyu sadece dürtüşel doyumuna göre değerlendirir. Çocuk bu dürtüleri erteleme, denetleme ya da düzenleme olanağına sahip değildir ve çevresiyle baş edebilme konusunda kendisinin bakımını üstlenen kişilerin egolarına tümden bağımlıdır.
Çocuk konuşmayı ve kültürü öğrenmeye başladıkça ego’nun bir parçası toplumsallaşarak ve değerlerle ilgili evrimleşerek süperegoyu meydana getirir. Çocuğa ana baba tarafından aktarılan geleneklerin, ahlakın, toplumsal görüşlerin içselleştiği, özdeşleştiği alandır. Ödül ve ceza prensibiyle toplumsal değerler çocuğa kazandırılır. Süperego gelişiminin öncülleri korku ve utanç duygularıdır.                                                  
Süperego ”İd”in arzularını baskı altında tutmaya çalışır, sorgular ve yargılar. Bilinçdışı ve bilinç süreçlerini içinde barındırır. Ego id’in içinden, “süperego” da ego’nun içinden oluşur. Suçluluk duygusu, vicdan süperegonun bilinçli kısmında yaşantılanır.

                                                                               ∞

İd, ego, süperego farklı sistem ilkelerine uyan psikolojik süreçlere verilen isimlerdir. Ego denetimi altında bir bütün olarak işlevde bulunur ve kişiliği oluştururlar. Kabaca denebilir ki id kişiliğin biyolojik, ego psikolojik, süperego toplumsal yönüdür. Kişiliğimizi oluşturan bu yapılar çoğunlıkla birbiriyle uyuşmadıkları için sürekli çatışmaya neden olmakta ve freudyen görüşe göre bu çatışma psikolojik rahatsızlığın kaynağını oluşturmaktadır. Bastırma ve takıntı gibi süreçler, id'den önemli ölçüde enerji harcar ve dolayısıyla kişinin diğer işlevlerde kullanabileceği enerji miktarını önemli ölçüde azaltır.
İçsel çatışmalar yaşayan bireyde korku, kaygı, gerilim, sıkıntı hali başgösterir. Freud”un Anksiyete olarak kavramlaştırdığı bu hal aslında ortama uyum çabasıdır. Denetim dışına çıkıp bireyin yaşamını aksattığında  psikiyatride Anksiyete bozukluklar olarak incelenir.                        
Sigmund Freud ilk önce, bastırılan isteklerin bireyin libidosunu (enerjisini) anksiyeteye dönüştürdüğünü düşündü, daha sonra ise bilinçdışında bir tehlikenin varlığının algılanmasına bağlamıştır.
Freud’a göre anksiyete kişide içsel bir çatışmanın sonucudur. Bu çatışmanın bir ucunu bilinçdışındaki cinsellik ya da saldırganlık dürtüleri diğer ucunu ise kişinin süperegosu oluşturur. Bu görüşe göre anksiyete bir anlamda kişinin süperegosunun, bilinçdışındaki kabul edilemez dürtülere karşı verdiği savaşımın bir sonucudur.

                                                     Anksiyetenin Türleri
Gerçeklik Anksiyetesi : Dış dünyadaki tehlikelerle karşılaşılınca duyulan kaygı ve korkudur. Örnek; bir yakını ameliyata giren birinin duyduğu kaygı gerçeklik anksiyetesidir. (somut durum vardır)
     
Nevrotik Anksiyete: İç güdülerin denetimini yitirerek ceza ile sonuçlanacak davranışlar gösterme korkusudur. Cinsellikle, saldırganlıkla ilgili bu iç güdülerin denetiminde başarısız olup ortaya çıkmasına karşı duyulan korkudur. Nevrotik anksiyetede birey iç güdülerin kendisinden korkmaktan çok, onların doyum bulmasının ceza ile sonuçlanmasından, toplumdan dışlanmaktan korkmaktadır.

Törel Anksiyete : Kişinin kendi vicdanından korkmasıdır. Gelişmiş süper egosu olan kişi yetiştirildiği törelere ve kurallara aykırı bir davranışta bulunduğu ya da bulunmayı tasarladığında suçluluk duyar.
Ego akılcı yöntemlerle anksiyete ile başa çıkamazsa bu kez kendini savunmak için gerçek dışı yöntemler bulmaya başlar. Buna “ego savunma mekanizmaları “denir.

                                          Ego (Benlik) Savunma Mekanizmaları
Savunma  terimi, Freud tarafından “benliğin hoş olmayan ya da katlanılamayan fantezi ya da duygulanımlara karşı direnmesi” anlamında kullanılmıştır.
Psikanalitik kurama göre, dürtüler, id’den (altbenlik)  ego’ya (benlik) geçtiklerinde, ego’da düşüncelerin birbirleriyle ilişkilerinde ikincil süreç olan gerçeklik prensibi egemen olduğu için, kuralsız ve umarsızca dürtüşel doyum sağlama yoluna gidemezler. Dürtülerden gerçekliğin gerekleri ve süperego’dan (üstbenlik) kaynaklanan ahlaki yasaları göz önünde bulundurmaları istenir.
Ancak beğenilmeme, eleştiriye uğrama, reddedilme tehlikesiyle karşılaşan dürtüler, egonun sınırlamalarla koruma sağlayacak uygun savunma önlemlerine boyun eğerler. Ego bu sınırlamayı dürtüleri sürekli olarak kesintiye uğratmak ve dönüştürmekle yapar. Ego savunması başarıya ulaştığı takdirde, altbenliğin saldırısı son bulur.              
Birey genellikle bilinçdışı süreçleri kapsayan savunmanın bilincinde değildir ve Kişi bu mekanizmaların oluşturduğu duygu ve davranışları, gerisindeki dinamik güçlerden haberdar olmaksızın yaşar.
Savunma mekanizmaları; bireyin yaşadığı kaygının biçimine, şiddetine, süresine ve kişilik özelliklerine göre değişiklikler gösterebilmektedir. Bu savunma mekanizmaları eğer benliği kuvvetlendirici etkilerde bulunuyorsa sağlıklı, benliğin işlevini engelleyici etkilerde bulunuyorsa patolojik (hastalıklı) olarak görülürler.

Bastırma
Freud'un savunma sistemlerinin temelinde yer alan bastırmada, istenmeyen id dürtülerinin ya da bununla ilgili ani, duygu, istek ve imgelerin bilince çıkmadan bastırılması ya da bilinçte ise bilinçten uzaklaştırılması söz konusudur.  Böyleleikle olumsuz düşüncelerin etkisi altında ortaya çıkabilecek kaygıyı önlemiş oluruz.
Her bastırma işleminde dürtü doyuma ulaşmak için enerji kullanırken, bastırmak için de enerji harcanır. Dürtünün enerjisi güçlendiğinde  bastırılmış içerik harekete geçerek bilince çıkma eğilimi gösterecektir. Rüyalar, dil sürçmeleri, şakar eylemler bastırılmış içeriğin bastırmadan kurtulup yüzeye yaklaştığı durumlardır

Fobiler gibi kişinin sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamaması...   
Gerçekten sevmediği biriyle oturmak zorunda kalan bireyin herkese selam verip sevmediği bireye selam  vermemesi...            
İstemediği bir oturumu yöneten oturum başkanının“oturumu açıyorum” yerine “oturumu kapatıyorum”demesi...

Reddetme (yadsıma)
Gerçekliğin acı veren yönünün bilinçten uzaklaştırılma, nesnel gerçekliği unutma, yök veya yaşanmamış sayma hâlıdır. Reddetme ile bastırma arasındaki temel fark, bastırmada rahatsızlık veren yaşantılanan içerik ile ilgili birşey hatırlamazken, reddetmede yaşantılanan içerik hatırlanır ama kabul edilmez. Böylelikle kişi kendini sarsıntılardan, uyum zorluklarından kurtarır ve oluşabilecek kaygıları önlemeye çalışır.

Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu düşünme...
Arkadaşının kansere yakalandığını duyan birinin“mümkün değil, o kanser olamaz herhalde sonuçlar karıştı” demesi...

Yansıtma (Projeksiyon)                                                                                                
Bireyin kendinde bulunan kusurları başkalarında görme davranışına denir.Yansıtmada kişi kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu veya suçunu yükleyebilir. Hatta kendinde suçluluk uyandıracak nitelikteki dürtü, düşünce ve isteklerini etrafındaki insanlara mal  edebilir.    
Yansıtmalar kaynağını id’den veya süperego’dan alır. Nefret, korku, saldırganlık vb. bastırılmış iç dürtü (gerilimler) ve düşünceler birey tarafından sanki dışarıdan geliyormuş gibi yansıtılır ve aşırı alınganlığa neden olabilir. Nevrotik kişilerde bu duygu (alınganlık) çok yoğun olduğundan  mantık dışı duyarlılığa, dış gerçeklikten kötülük görme gibi paranoid (şüpheci) sanrılara neden olabilir.

Rüşvet alan memurun “herkes alıyor” demesi...
Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına karşıdakinin "akılsız" öldüğünün söylenmesi...
Alkol alan bireyin eşine “ beni sen bu hale getirdin” demesi...                                                    
Kişinin, aslında kendisinin çevredekilere yönelik öfkesini “Herkes bana karşı; herkes bana düşmanlık besliyor” şeklinde ifade etmesi ...

Yöneltme (Yer değiştirme)
Yöneltme, bir dürtü veya duygunun ait olduğu nesne veya düşünceden başka bir nesne veya düşünceye döndürülmesi, asıl hedefi yerine başka hedef koyularak değiştirilmesi durumdur.
Bizde kaygı uyandıran sorun, gücümüzün yetmediği bir kimse ya da denetimimiz altında olmayan bir olaysa, kaygımızı veya kızgınlığımızı gücümüzün yettiği kimseye ya da nesneye yöneltiriz.
Yöneltme ve bastırma genellikle daha iyi ve kabul edilebilir bir şeyi yerine koymayla beraber kullanılır. Bir duygu ya da dürtünün asıl nesnesine yöneltilmesinin yoğun sorunlar getireceği durumlarda bir başka nesneye yöneltilir.
Freud’a göre yer değiştirme aynı zamanda  kedi,köpek,böcek korkusu,dışarı çıkamama,kalabalığa girememe vb. gibi fobik bozukluklarda görülen bir savunmadır. Zira  bastırılmış, bilinç dışına itilmiş bazı korkular yer değiştirerek normalde kaygı yaratmayacak bir nesne veya duruma yöneltilerek fobiler gelişir                                                                          
Yer değiştirme, rüyalar dahil olmak üzere genel olarak da bütün bilinçdışı süreçlerde gözlenebilir. Freud’a göre rüya, baskı altında tutulmuş bir dileğin başka bir kılıkta gerçekleşmesidir.

İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp sınırı eve döndükten sonra, eşten çıkarması...
Gol yiyen kalecinin kale direğini tekmelemesi...
Saldırganca dürtüleri yoğun olan bir kişinin toplumsal ve ahlaki olarak kabul edilebilirliği nedeniyle boksa yönelmesi..

Mantığa bürüme
Kişinin kabul edilemiyecek bir duygu, düşünce ya da davranışını bilinçli veya bilinçsizce kendine uygun gelen, etrafça da kabul görebilir başka açıklamalarla dile getirmesidir. Kişi haklı olmadığı durumlarda, kendini haklı gibi hissetmeyi ve davranışının sonuçlarından huzurlu olmayı amaçlayan bir düşünce içindedir. Böylece mazeretler bularak hata ve eksiklerini kapatmaya çalışır. Normâl insanlarda da sıkça kullanılan bu mekanizma, sosyopatların (yansıtmayla birlikte) en sık kullandıkları Ego savunmalarından biridir.

İkide bir alkollüyken kaza yapıp başı belâya giren genç sosyopat, araba çalarken yakalandığında, ona artık araba vermeyen babasını suçlaması ve sorumlu tutması...
Çok para harcayarak büyük borçlar altına giren birinin “borç yiğidin kamçısıdır” savunması...
Kırmızı ışıkta geçen şoförüm “yol boştu”, “herkes geçti” savunması...

Karşıt Tepki oluşturma
Bilinçdışı olan bir olgunun bilinçte tersini aşırı vurgulamaktır. Saplantılı bir ruh durumunun (obsesif nevroz) savunma mekanizmasıdır. Abartılı bir duygunun varlığı, diğer zıt duygunun baskı altında tutulmaya çalışıldığını ortaya koyar. Örneğin, nefretin bilinçdışı kılınması, sevginin aşırı vurgulanması ile sağlanmaktadır.Toplumun olumsuz bulabileceği duygular yerine kabul gören duygular ortaya konur. Kişi içsel dürtülerine kesin engeller koyarak baskılar ve duygularını bilinç düzeyinden uzak tutmuş olur.
Böylece, ortadan kaybolan tutumun bilinçdışı olarak sürmesine karşın, nefretin yerini sevgi, zalimliğin yerini nezaket, inatçılığın yerini itaatkarlık, pislikten zevk almanın yerini temizliğe düşkünlük almıştır. Bu sürece, karşıt tepki oluşturma denir. Karşıt tepki oluşturma aynı zamanda sosyal yaşamın da önemli bir sürdürücüsüdür.                                                                                    
Karşıt tepki mekanizmasını kullanan kişiler, kendi yaşamlarında olduğu gibi yakın çevrelerindeki insanlarında davranışlarını baskı altında tutmaya eğilimlidirler ve içsel dürtülerini kışkırtabilecek her türlü değişikliğe ve yeniliğe karşı çıkarlar.

Üvey kızına öz evlâdindan daha çok ihtimam gösteren annenin bu davranışının altında ona karşı duyduğu bilinçdışı nefretin yatması...

Geri çekilme
Kişinin problemleriyle geçmişine dönerek başa çıkmaya çalışmasıdır. İnsanın erişmiş olduğu gelişim düzeyine göre daha ilkel olan davranış basamaklarına dönmesidir.
Meselâ, heyecanlanınca tırnak yemek davranışı oral döneme regresyon belirtisidir.

Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya başlaması...
Kimi yetişkinlerin sevgiden yoksun kaldığında ya da zorlamalı durumlarda aşırı yemek yiyerek oral döneme dönmeleri...
Yaşlı insanların sık sık geçmişten söz etmesi ve anılarda yaşaması...

Kendine Yöneltme ve Karşıtına çevirme
Freud kendine yöneltmeyi saldırganlığa karşı bir savunma olarak görmüştür. Kişinin dürtüsünün doyuma ulaşmasını engellenmesinden dolayı duyulan öfke ve saldırganlık duygusu bastırılır ve edilgen-saldırganlık durumu ortaya çıkar.

Ebeveynine karşı öfke hisseden, ancak bunu belirtmeye cesaret edemeyen çocuğun, bunun yerine kendini ısırması, yaralaması ya da kendine zarar verici bir davranışta bulunması...

“Karşıtına çevirme ve kendine yöneltmeyi, sadizm-mazoşizm ikiliği üzerinden şu şekilde daha iyi açıklayabiliriz: Sadizm-mazoşizmde ilk aşama, bir başka kişiyi nesne olarak kabul edip ona karşı şiddet ya da güç kullanılması, yani sadizmdir. İkinci aşamada ise, bu nesneden vazgeçilir ve kişinin kendisi nesne olarak kabul edilmeye başlanır. Bu noktada amaç etkinlikten edilgenliğe dönmüştür; eziyet etme isteğinin yerini kendine eziyet etme, kendini cezalandırma isteği almıştır. Üçüncü aşamada ise, bir başkası yeniden nesne olarak görülmeye başlanır; ancak dürtünün amacı değiştiği için, kişinin yeni nesneyle ilişkisi eziyet edilme üzerindendir. Dürtünün edilgen amacının aynı kaldığı, nesnesinin ise değiştiği bu durum, mazoşizm olarak tanımlanır.” ( Raşit Tükel “Psikanalitik Psikoterapiler”)

Yüceltme
İlkel dürtü, duygu ve isteklerin doğal amaclerindan uzaklaştırılarak toplumun kabul edeceği yönde enerjinin boşaltılmasıdır. Diğer bir değişle, ilkel enerjinin toplum tarafından benimsenmeye elverişli bulunan daha yüce bir amaca dönüştürülmesidir.       
Freud'un varsayımına göre; sanatın, bilimin, her türlü idealin, yaratıcı ve düşünsel etkinliğin kaynağını yüceltmede aramak gerekir.


                                Freud kuramına göre Temel Kişilik Gelişim Evreleri

Freud’a göre insan belirli miktarda enerji (libido) ile dünyaya gelerek, bedeninin içgüdüsel süreçlerinde yer alan  psiköseksüel dönem boyunca ilk 5-6 yılda temel kişiliğini oluşturmaktadır.                                                   
Kişilik gerilim yaratan 4 ana kaynağa tepki olarak gelişir. Bunlar: fizyolojik büyüme süreçleri, engellenmeler, çatışmalar ve tehdit edici güçlerdir.
                                                                                               
Freud, "cinsel” derken, yalnız cinsel organların birleşme-üretme amacına yönelik duygu ve eylemlerini içeren bir olguyu değil, “cinsel” terimini haz veren herhangi bir nesne ya da uyarana organizmanın yönelişi anlamında kullanmıştır. Freud, çocuk cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenme ya da idrar kesesi ve barsak denetiminin kazanılması gibi aslında cinsel nitelikli olmayan bedensel işlevlerden kaynaklandığı görüşünü ortaya koymuştur. Bu görüşe göre çocukta psikolojik ve cinsel gelişim, her biri bir önceki dönemlerde kazanılan davranışları da kapsayan beş dönemde tamamlanır. Bu dönemlerde yaşantılanılanlar, gelecekte bireyde kalıcı izler bırakabilmektedir.
                                    
Oral Evre (0-2 Yaş)  Bu evrede bebek fizyolojik ihtiyacı olan beşinini anne memesinden emmerek alır ve bundan psikolojik olarak haz da alır. Bu nedenle cinsel (sexual) olarak adlandırılmıştır. Her şey ağıza alınır, emilir, çiğnenir, tükürülerek çıkartılır vs. Bu süreçte bebeğin / çocuğun hayat enerjisi beslenme içgüdüsünü tatmine yönelmiştir.

Bu evrede yeterli doyuma ulaşmayan veya aşırı doyum alan bireyler oral evrede saplanır ki bu durum ileri yaşlarda oburluk, sigara tiryakiliği, küfürbazlık, bağımlı kişilik yapısı, pasiflik, açgözlülük gibi sonuçlar doğurabilir. Oral dönem esnasında dişlerin çıkmaya başlamasıyla birlikte ara sıra ısırma, tükürme gibi sadıştçe güdüler ortaya çıkmaya başlar.İnsanda var olan yıkıcı eğilimlerin ilk belirtileri bu dönemde görülür.

Anal Evre (2-3 Yaş) Bu dönemde süperego gelişmeye başlar. Doyum kaynağı anüstür. Bebekler anal evrede dışkısını tutma yeteneği elde ederler. Dışkılama kaş büzülmelerine yol açar ve anuşun halka kaşından geçerken mükoza üzerinde kuvvetli bir uyarma yapıtığı için çocuk dışkısını tutmak veya bırakmaktan haz duyarlar. “Çocuk, dışkıyı bedeninin bir parçası gibi görür; onun için bu dışkı, veriyorsa uysallığını, reddediyorsa inatçılığını kanıtlamaya yarayan bir "armağan"dır” der Freud.

Bu evrede anne babanın verdiği aşırı baskıcı denetleyici tutumlar, katı tuvalet eğitimi; çocuğun anal dönemde saplanmasına ve gelecekte takıntılı, cimri, kararsız, inatçılık, aşırı titizlik gibi karakter özellikleri göstermesine neden olabilir. Bu evreyi olumlu geçiren bireylerde; kendini kontrol etme, uyumlu ilişkiler sürdürme, özgürce seçim yapma ve karar verme, işbirlikçi olma yetenekleri kazanır.

Fallık Evre (3-6 Yaş) Psiköseksüel gelişimin üçüncü evresidir. Üreme organının örgütlendiği bölgede salgıların artması, çiş yapma, temizlenme için ovma, yıkama faaaliyetleri ve rastlantısal uyarımlar nedeniyle çocuğun ilgi alanı cinsel organına, cinsel farklılıklara  yönelir; cinsel benlik duygusu başlar, cinsel roller benimsenir. Böylelikle haz odağı cinsel organlar olur ve cinsel,  saldırgan duygular öne çıkmaya başlar.                      
Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Oedipus ve Elektra kompleksi, Kastrasyon (ığdışlık) korkusu hissedilmeye, vicdan ve ahlak duygusu gelişmeye başlar.
                                                   
Bu evredeki takılma belirtileri; aşırı çekingenlik, girişim kısırlığı, cinsel kimlikte güvensizlik, cinsel kimlik gelişmesi, cinsel ilişkiden kaçınma, cinsel soğukluktur.
Oidipus kompleksi  kişilik gelişiminin 3-5 yaş döneminde erkek çocuğun annesine karşı duyduğu aşk nedeniyle babası tarafından cezalandırılıp kısırlaştırılacağı korkusu sonucu yaşanan karmaşaya Oidipus kompleksi adını vermiştir.
Elektra kompleksi ise kız çocuklarının babaya aşırı düşkün olmaları ve anneyi rakip olarak görmeleri olarak tanımlanmaktadır.   (wikipedia)
                                                                                                                                                                         
Oedipus karmaşası 5 yasından sonra ortadan kalkar ya da bastırılır.  Bu bastırma süperegodaki en son gelişimdir, çünkü süperego ensest ilişki ve salgırganlığa karşı bir siper görevini görür.Yetişkinlik evresinde karşı cinsle ve otorite figürleriyle olan ilişkiler Oedipus karmaşanın yaşanış biçiminden etkilenir.                                                                                                                
Kastrasyon (ığdışlık) korkusu  ise çocuklarda Oedipus kompleksine bağlı olarak ortaya çıkar. Annelerine aşırı cinsel bir eğilim gösterip, babalarına karşı içlerinde düşmanca duyular besleyen, hatta bu duygularında babalarının ölmesini isteyecek kadar ileri giden oğlanlar, bu tutumlarından dolayı babalarının kendilerini ığdış edeceğini; yani erkeklik organından yoksun bırakılacakları korkusu içinde yaşarlar.Kızlar, ilgili olayın kendileri üzerlerine zaten daha önceden uygulandığı, penislerinin kendilerinden kopartılıp alındığı duygusuna yer verirler. (wikipedia)

Latens evre (6-12 Yaş) Bu evrede, önceki evrelerin haz kaynağına ilişkin duygularda durgunluk vardır. Çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz ve kendisini oyuna verir. Ergenlik öncesi durgunluk, geçiş veya bekleyiş dönemidir. Dış dünya ile ilişkileri artmış, arkadaşları, öğretmenleri vs. önemli yer tutmaya başlamıştır. Çocuk bu döneminde karşı cinsten uzak durarak  kendi hemcinsleriyle gruplaşır. Bu evrede yaşanabilecek sorunlar çok çalışkanlık ya da tembellik gibi aşırılıklara neden olabilir.

Genital Dönem (11-18 Yaş) Bu evrede insan aileden bağımsızlaşarak karşı cinsten kişilerle olgun ve sağlıklı ilişkiler kurmayı öğrenmeye yönelir. Fiziksel gelişimi hızlanır, cinsel dürtüler artar. Bu evreden önce bedeni doyumlar öncelikliyken yerini gerçeklere yönelen toplumsal bir kişilik almaya başlar. Toplumdaki yeri ve yapmak istedikleri konusunda çatışmalar yaşanır. Oral, anal, fallık dönem tepileri genital evre tepileriyle birleşmiş, kaynaşmıştır.













     

Hiç yorum yok :